ANLATILMAZ BİN DERT İLE GEÇİYOR
Beste ve Güfte : Erdoğan Yıldızel
Makam: Hicaz
Usûl: Curcuna
İcrâ: Cemal Çınarlı
Anlatılmaz bin dert ile geçiyor çileli ömrüm
Bir vefâsız kederinden eriyor garip gönlüm
Şu simsiyah geceler mi acep ben mi öksüzüm
Bir vefâsız kederinden eriyor garip gönlüm
ERDOĞAN YILDIZEL(1932 - 2005)
1932 yılında İstanbul'da zengin bir aileye mensup olarak büyük bir konakta doğup 73 yaşında yine Kurtuluş'ta bir apartmanın zemin katındaki dairesinde yoksulluk içinde öldü.
İstanbul 1950’li yılların İkinci yarısını yaşıyordu. Halk arasında ‘Menderes istimlaki’ olarak bilinen yıkımlar, bütün şiddetiyle sürüyordu. Karaköy’deki Perşembe Pazarı’nın olduğu yerlere gelmişti sıra. Sokullu Mehmet Paşa Camii çevresi, Mihrimah Sultan Çeşmesi ve çevresindeki dükkan ve binalar da yıkılacaktı. Çeşme Meydanı, Osmanlı döneminde olsun, Cumhuriyetin ilk yıllarında olsun kabadayıları ile tanınmıştı. Herkes evini, dükkanını kurtarmaya çalışıyordu. Erdoğan Yıldızel, o yıllarda 20’li yaşlarını süren genç bir udi idi. Konservatuvar mezunuydu, Türk Müziğinin akademik tahsilini yapmış, gençti ama, başta Safiye Ayla olmak üzere zamanın bir çok ünlü sanatçısına eşlik etmekteydi. Dedesi Kazım ağa ve ailelerine ait bir koca konak başta olmak üzere 20 evin yerle bir edildiği o gün, Kazım ağa bir kale gibi dikilmişti yıkım ekiplerinin önüne. O an, o orada Çeşme meydanında değildi. Ateşler fışkıran gözlerinde bir başka hayal perdesi açılıyordu. Tulumbacılar, yani arkadaşları, yani onun tulumbacı takımı. Türküler söyleyerek yangına koşuyorlardı: ‘Beyoğlu’ndan kalktık sandık selamet Galata’ya vardık koptu kıyamet ... ‘ALTI KİŞİYİ YARALADI Kazım ağa atının üzerindeydi hayalinde. Hayalindeki o tulumbacılar, o Hurşit reis, gerçekten onun yıllar öncesinin İstanbul’unda, Çeşme meydanında, Beyoğlu’nda, Arap camiinde arkadaşları idi. Bir mazi siliniyordu orada! Kazım ağa, ‘Yandım Allaaaaaaaaaah’ diye naralandı önce. Birden elini beline attı. Ta Bulgar harbinden beri evinde sakladığı ucu sivri, iki yanı keskin oluklu saldırmasını, kuşağının içinden sıyırıp görevlilerin arasına daldı. Yüzlerce insan, Osmanlı’nın son döneminden kalma, gençliğini cabbarlığını İstiklal Savaşı’nda, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında bırakmış, ihtiyar aslanı izliyordu. Kazım ağa yakalandığında, ortalıkta tam altı ağır yaralı vardı. Yıkım günlerce sürdü. Artık Çeşme meydanında ne konak, ne de o oya gibi işlenmiş ahşap evler vardı. O zamanki hükümet ve belediye, ’İstimlak bedellerinizi ayda 1000’er liradan ödeyeceğiz’ dediler. İki üç ay kadar da verdiler paraları. O sırada belediyeden ve yetkililerden bir haber geldi: Demokrat Parti iktidarı, evlerini konaklarını yıktığı insanlara, enkazları ve boş arazilerini, (Bestekar Erdoğan Yıldızeli’nin iddiasına göre) neredeyse 2-3 misli bir fiyatla, geriye satmaya çalışıyordu. ANILARIYLA YAŞIYOR Bu arada genç udi Erdoğan Yıldızel, yeni taşındıkları mahallede, çok ama çok güzel bir genç kadına gönlünü kaptırdı. Karşılıklı aşk yaşıyorlardı... Ama kadın evliydi ve çocuğu vardı! Evlenmeleri, yuva kurmaları mümkün değildi. En başta aileler kıyameti koparırdı. O günkü terbiye ve kültürle bu mümkün değildi. Kadın da, Yıldızel de çıkmaz sokaktaydılar. Yıldızel, bir gece gazinodan döndükten sonra, pencerenin önünde gecenin ıssızlığına, mehtapsız, yıldızsız gökyüzüne dalıyor. Aklına dedesi Kazım Ağa geliyor önce, sonra peş peşe yaşadığı diğer anılar, acılar. Bu acılara eklenen aşk yarası! ‘61 yıldan beri ölmeyen bu eşsiz şarkı doğuyor kasvetli gecede...
Besteci Merhum Erdoğan Yıldızel ve bir anekdot…
90 lı yıllar... Erdoğan Yıldızel, ülkemizde telif haklarımızın Devlet tarafından müzik tacirlerine ikram edilmesinden sonra, diğer müzik eseri sahipleri gibi, geçimini sağlayabilmek amacıyla ve emekliliğinin yanı sıra, eşiyle birlikte sokakta küçük bir tezgah kurup çorap vb. satmaktadır!
Bir yağmurlu günde ve Şişli'nin arka sokaklarında çorap satarken, Belediyenin zabıta ekipleri, izinsiz olması nedeniyle Erdoğan Yıldızel' i ve eşini uzun bir kovalamacadan sonra yakalamış ve Şişli Belediye Zabıta Mürürlüğüne götürmüştür!
Aralarında geçen konuşma şöyledir;
"Kaçak çorap satıyormuşsun. Cezası 30 Liradır. Vezneye yatır ve makbuzunu bana getir, göreceğim" !
"Efendim, geçimimi sağlayamıyorum. Ben Bestekar Erdoğan Yıldızel. Bir defalık affedemez misiniz ?
Yanıt; -"Ben de Zabıta Müdürü Mustafa ! Af maf yok. Cezanı yatır ve bir daha yakalanırsan hakkında yasal işlem yaparım, başına iş açarsın ! Burda bestekar mestekar geçmez, tamam mı ?
Dünya beyefendisi rahmetli Erdoğan Yıldızel; - Emredesiniz efendim" der ve cezasını ödeyerek oradan ayrılır !
Mesam Gn Sekreterliğim döneminde bire bir yaşanmış bu olayı, dönemin Kültür Bakanının yanında ve bir büyük tv kanalındaki canlı yayında bağıra bağıra anlatmıştım ! Ne fayda ? Sen, onurunla yaşadın, onurunla öldün! Işıklar içinde uyu Sn Erdoğan Yıldızel...(1)
(1) Dursun Karaca’dan alınmış haliyle M. Murat Oto tarafından nakledilmiştir.
Kaynak:Musiki Dergisi