Kul sahibini nasıl bilmez

Опубликовано: 27 Декабрь 2024
на канале: Hidayet Yolu
27
4

İslam âlimlerinin büyüklerinden Abdullah bin Mübarek, birkaç koyun otlatan bir çocuk gördü. Ona acıdı. (Zavallı Çocuk!.. Küçük yaşta çobanlık yapıyor. Büyüyünce Allahü teâlânın ibadet ve marifetine nasıl kavuşur) diye düşündü. (Gidip ona Allahü teâlâyı tanımakta bir mesele öğreteyim) diye, çocuğun yanına geldi ve aralarında şu konuşmalar geçti:
Evladım, Allahü teâlâyı bilir misin?
Kul sahibini nasıl bilmez!..

Allahü teâlâyı ne ile biliyorsun?
Bu koyunlar ile.

Bu koyunlar ile Onu nasıl biliyorsun?
Bu birkaç koyun çobansız işe yaramaz. Bunları koruyucu birisi lazımdır ki, bunlara su ve ot versin! Kurttan ve diğer tehlikelerden korusun. Bundan anladım ki, bu âlemdeki her şey, insanlar ve cin, bu hayvanlar, canavarlar, kanatlı kuşlar Yaratıcısız olamazlar. İşte bu koyunlar ile, Allahü teâlâyı böylece bildim.

Allahü teâlâyı nasıl bilirsin?
Hiçbir şeye benzetmeden bilirim.

Böyle olduğunu nasıl bildin?
Yine bu koyunlardan.

Nasıl yani?
Ben çobanım. Onların koruyucusuyum. Onlar benim korumam ve tasarrufumdadırlar. Onlar benim ne düşündüğümü ne yapacağımı bilemez. Onlara dikkatle bakıyorum. Ne onlar bana benzerler ve ne de ben onlara benzerim. Buradan, bir çoban koyunlarına benzemezse, Allahü teâlânın elbette kullarına benzemeyeceğini anladım: “Ona benzeyen bir şey yok. O her şeyi işitir ve görür.”

İyi söyledin. İlimden bir şey öğrendin mi?
Ben bu sahralarda, nasıl bir ilim öğrenebilirim?

Peki başka neler biliyorsun?
Üç ilim bilirim. Gönül ilmi, dil ilmi ve beden ilmi.

Bunlar nelerdir?
Gönül ilmi şudur ki; bana kalb verdi. Kendini tanımak ve sevmek yeri yaptı. Bu kalb ile Onu bileyim. Onun sevdiklerine gönülde yer vereyim. Sevmediklerine yer vermeyeyim ve böylelerinden uzak olayım.

Dil ilmi şudur ki; bana dil verdi. Dili zikir etmek, Onun adını söylemek yeri yaptı. Bununla Onu hatırlayıp adını söylemeyi, Ondan bahsedilmeyen sözden onu korumayı, böyle sözden uzak olmayı istedi.

Beden ilmi şudur ki, bana beden vermiştir. Onun ile kendine hizmet olan her şeyi yaparım. Hizmet olmayan şeyi ise bedenimden uzaklaştırırım.

Maşallah evladım sana. Bana bir diyeceğin var mı?
Ey efendi! Âlim olduğun yüzünden belli oluyor. Eğer ilmi Allah rızası için öğrendiysen insanlardan istemeyi kes! Yok, dünya için öğrenmişsen, Cennet arzu ve isteğini kalbinden çıkar.


1’den önce sayı var mı?
Allahü teâlâyı inkâr eden zeki bir dehri [ateist] vardı. Hıristiyan din adamları bu dehriye cevap veremeyince, sana ancak İslam âlimleri cevap verebilir diyerek onu Basra’ya gönderirler. Basra’ya gelip, dünyada bana cevap verebilecek bir âlim bulamadım der. Herkese meydan okur.

Hammad hazretleri (hele önce bizim çocuklarla tartış, gerekirse âlimlerle görüşürsün) der, onun karşısına genç yaştaki Numan bin Sabit’i [imam-ı a’zam Ebu Hanife hazretlerini] çıkarır. Dehri, çocuk denilecek yaştaki bir gençle tartışmayı gururuna yediremez. Kürsüye yumruk vurur, “Hani nerede, o meşhur âlimleriniz?” der.

Genç Numan bin Sabit onu, onun silahı ile vurur ve der ki: “Ne o, demek benden korkmaya başladın?” Dehri bu söze tahammül edemeyerek ilk sorusunu sorar:
Var olan şeyin başlangıcı ve sonu olmaması mümkün mü?
Mümkündür.

Nasıl olur?
Sayıları bilirsin birden önce hangi sayı vardır?

Bir şey yoktur.
Mecazi bir olanın önünde bir şey olmayınca, hakiki bir olanın önünde ne olabilir?

Peki hakiki olanın yönü ne tarafadır?
Mumun ışığı ne taraftadır?

Bir tarafta denemez.
Mecazi ışık için böyle denirse ebedi nur olan için ne denebilir?

Her var olanın bir yeri olması gerekmez mi?
Mahluklar için öyledir.

İlah kâinatta ise, bir yerde görünmesi gerekmez mi?
Yaratan ile yaratılan mukayese edilmez ama sütte yağı görebiliyor musun?

Görülmez.
Sütte yağ olduğu bir gerçek iken, göremiyoruz diye nasıl inkâr edilir? Ben de sana bir soru sorayım: Senin aklın var mı?

Elbette var.
Var olan şey görünür dedin. Aklın varsa gösterebilir misin?

Peki O, şu anda ne yapmaktadır?
Sen bütün soruları kürsüden sordun. Biraz da ben kürsüden cevap vereyim.

Peki geç kürsüye.

İmam-ı a’zam olacak bu genç, kürsüye çıkıp, “Allahü teâlâ şu anda, senin gibi imansız bir dehriyi kürsüden indiriyor ve benim gibi bir muvahhidi kürsüye çıkarıyor” der ve ardından Rahman suresinin (Öyle iken Rabbinizin hangi nimetlerini inkâr edebilirsiniz?) mealindeki 28. âyetini okur. Kalabalık hep bir ağızdan istiğfara başlar. Bu arada dehri çoktan uzaklaşıp gitmiştir.

Sayıların sonu olmaz
Yine bir ateist, (Allah var ise, başlangıcı olmadığı gibi, sonsuz da olamaz, yani Allah ezeli ve ebedi değildir) der. Hazret-i İmam, 1’den önce sayı var mı? der. O da yok der. (Sayıları sonuna kadar say bakalım) der. O da, epey saydıktan sonra, bırakır. Hazret-i İmam, (Devam et, sonuna kadar say) der. Ateist, (Milyon, milyar, trilyon, katrilyon…. Bunun sonu olmaz) deyince, Hazret-i İmam, (Sayıların bile 1’den öncesi ve sonu olmadığına göre, kâinatı yoktan yaratan ezeli ve ebedi olmaz mı?) der.

Kaynak: https://www.dinimizislam.com/